Mavi bir
baykuş ile konuşurken buluyorum kendimi.
Baykuş dilini öğreniyorum kendisinden: gönül dili. Hayat ağacının
gölgesinde dinleniyoruz birlikte. Başka yöne baksa da insan isterse görebilir
birlikte sustuğu tüm canlıların renklerini. İlk gözlemim renkler üzerineydi. Bu
yüzden görebildim üzerindeki mavinin derinliğini. “ İnsanlar, sadece konuşmak
istedikleri için, duymuyorlar” dedi Mavi Baykuş ve ekledi; “kendinle konuşur
musun? “ Çok konuşurum dedim. Aralarda
kendimle kahve içer, sohbet ederim. Özellikle geceleri, pek bir gevezeyimdir. “
Güldü Mavi Baykuş, incelikle ve tüm
sevecenliğiyle; “Peki hiç kendini dinledin mi? “ diye sordu. Düşündüm. Anladı. “Hayır, pişman ol diye sormadım. Sadece
konuştuğunu ve hiç dinlemediğini fark ettin değil mi? “ Hiç söylemediğim,
sustuğum birçok şeyi de anladı. Nasıl anlayabildiğine hep şaşırdım. Hayretim
her seferinde bir adım daha atıyor anlayış basamağına. Filozoflar haklı olmalı;
“felsefe hayretle başlıyor.”
Bulunduğu
ana, insanlara, ortama anında eşlik edebilen bir insanım. Deve dikeni diyorum
bu nedenle kendime. Onlarda her şarta ayak uydururlar. Tabiat en sevdiğim
mekan. Belki de bu yüzden Tanrı uzun zamandır, beklemediğim seyahatler çıkardı
bana. Yollar bir şekilde tabiata uzandı. Bir ağacın kökündeki anlamdık biz,
toprağa bağlı bir anlam. Bir arının sadece bal yaptığını bir de arada bir
insanı fena halde soktuğunu biliyordum ya, bilgelerle konuşmaya başladığımda
anladım. Arının bal yapması değildi marifet, bala karıştığında bal olmasıydı. Bir
arı içine düştüğü balın hareketine eşlik
edebildiği kadar olgundu. “Acıyı bal eyledik “ derken Erenler, belki de bunu
anlatmaya çalışıyorlardı acılara suskunluklarıyla. İçlerinde hareket halinde
olan acıya gülümseyerek ve şükürle eşlik edebilmek ne büyük bir ustalık. Hayatın
mucizelerle dolu olduğunu unutmadan yaşarsak eğer, bir çiçek gibi açılıveriyor
hayret çiçekleri. Unutmamak, hep
hatırlamak da kolay değil. Tabiat sahasından çıkıp, bir binanın dairesine
konunca, trafiğin, işin, mesele
dediklerimizin arasında kaybolunca, insan sadece görmeyi değil, susmayı da
unutuyor. Dolayısıyla gerçekleri göremiyor, çok gerçek gibi görününce dünya
halleri. Özellikle gece uykuyu ikiye böler: Rüyalar ve gerçekler.
Bir annenin
evladı için endişesi, bir sevenin, sevdiğine kavuşamama sızısı, hastane
odasında çaresizce iyileşmeyi bekleyen bir hastanın umutsuzluğa sarılışı, maddi
imkansızlıklar yüzünden kendini acıların koynuna atmış erkek, kadın birçok
insanın mutsuzluk duruşu; omuzlarını düşürür gecenin, ağır gelir yıldızlara
insanların acı yakarışları. Oysa, “beni gör der” gecenin içindeki ay, tüm
gücüyle parlayarak seslenir tüm suskunluğuyla bizlere;
“Karanlığın içinde bir aydınlık var, sabret.
Görmek için dinle, sus ve inan. " Bu rüya gibi gelebilir, aslında bir dua. İnsanın hayal gücü Tanrı'nın bağrıdır. " der William Blake. Karanlıklar, içimizdeki gecelerimiz. Biz de bir
tabiatız aslında, içimizdeki inançlarla online bağlanıyoruz gece aya, gündüz
güneşe, bazen buluta, bazen de yağmura, çamura…
Her umutsuzluğun ve mutsuzluğun ardından biz yapabilsek de yapamasak da
bizim yerimize umudun düğmesine, mutluluğun ziline basan bir güç var. En yüksek
sesle bağırdığım; “şimdi bu acıyı nasıl atlatacağım, dünyanın sonu mu geldi
acaba?” diyerek cehenneme atladığım günlerin sonunda fark ettim, hayatta
acılar, hüzünler de mutluluklar kadar gerekliymiş. Dikkatle ve sessizce izlemeyi
ne zaman tam anlamıyla başarabilirim bilmiyorum. Bildiğim bir şey var o da
denemek işe yarıyor. Hayatın kötü çocukları diyoruz onlara; kıskançlık, endişe,
kaygı, hüzün, kibir… Aslında hepsi fark ettiğimiz ve sabrettiğimiz anda başka
bir şeye dönüşüyorlar. Daha iyi, ince, gülümseyen, huzurlu, anlayışlı, içine
alan…
“İnce şeyler
gelecek, hissediyorum” dostuma, dairelerden ırakta bir bahçenin içinde birlikte
bulutları, dağları, ağaçları seyrederken. Çünkü ince bir şeyler akıyor içimden.
Ve bir baykuş geldi ağacın gölgesinde
dinlendiğim bir gün. O gün bugündür
maviye boyuyoruz anlamları bilge baykuş ile. “Yanında olamasam da, artık nasıl
dinleyeceğini biliyorsun hem kendini, hem de insanları değil mi?” diye sordu
ayrılırken. “Bazen uzak kalmalı insan;
yanımdasın Yemen’desin, Yemen’desin yanımdasın. “ diyerek sarıldım
kanatlarına. “Dua et emi” dedim Baykuşa,
“dua et ki, karışsın hüzünler mutluluklara, evrilsin mutsuzluklar umutlara” ve okuduğum bir kitabın satırlarını bıraktım b’ilgi
yuvasına; “Dua, yaratıcı hayal gücünün en yüksek biçimidir. “
O gün
bugündür Mavi bir Baykuş ile duadayız tüm inceliklere...