3 Ekim 2017 Salı

MAVİ BAYKUŞ HAYAL VE DUA ÜZERİNE

Mavi bir baykuş ile konuşurken buluyorum kendimi.  Baykuş dilini öğreniyorum kendisinden: gönül dili. Hayat ağacının gölgesinde dinleniyoruz birlikte. Başka yöne baksa da insan isterse görebilir birlikte sustuğu tüm canlıların renklerini. İlk gözlemim renkler üzerineydi. Bu yüzden görebildim üzerindeki mavinin derinliğini. “ İnsanlar, sadece konuşmak istedikleri için, duymuyorlar” dedi Mavi Baykuş ve ekledi; “kendinle konuşur musun? “  Çok konuşurum dedim. Aralarda kendimle kahve içer, sohbet ederim. Özellikle geceleri, pek bir gevezeyimdir. “  

Güldü Mavi Baykuş, incelikle ve tüm sevecenliğiyle; “Peki hiç kendini dinledin mi? “ diye sordu. Düşündüm. Anladı.  “Hayır, pişman ol diye sormadım. Sadece konuştuğunu ve hiç dinlemediğini fark ettin değil mi? “ Hiç söylemediğim, sustuğum birçok şeyi de anladı. Nasıl anlayabildiğine hep şaşırdım. Hayretim her seferinde bir adım daha atıyor anlayış basamağına. Filozoflar haklı olmalı; “felsefe hayretle başlıyor.”   

Bulunduğu ana, insanlara, ortama anında eşlik edebilen bir insanım. Deve dikeni diyorum bu nedenle kendime. Onlarda her şarta ayak uydururlar. Tabiat en sevdiğim mekan. Belki de bu yüzden Tanrı uzun zamandır, beklemediğim seyahatler çıkardı bana. Yollar bir şekilde tabiata uzandı. Bir ağacın kökündeki anlamdık biz, toprağa bağlı bir anlam. Bir arının sadece bal yaptığını bir de arada bir insanı fena halde soktuğunu biliyordum ya, bilgelerle konuşmaya başladığımda anladım. Arının bal yapması değildi marifet, bala karıştığında bal olmasıydı. Bir arı  içine düştüğü balın hareketine eşlik edebildiği kadar olgundu. “Acıyı bal eyledik “ derken Erenler, belki de bunu anlatmaya çalışıyorlardı acılara suskunluklarıyla. İçlerinde hareket halinde olan acıya gülümseyerek ve şükürle eşlik edebilmek ne büyük bir ustalık. Hayatın mucizelerle dolu olduğunu unutmadan yaşarsak eğer, bir çiçek gibi açılıveriyor hayret çiçekleri.  Unutmamak, hep hatırlamak da kolay değil. Tabiat sahasından çıkıp, bir binanın dairesine konunca,  trafiğin, işin, mesele dediklerimizin arasında kaybolunca, insan sadece görmeyi değil, susmayı da unutuyor. Dolayısıyla gerçekleri göremiyor, çok gerçek gibi görününce dünya halleri. Özellikle gece uykuyu ikiye böler: Rüyalar ve gerçekler.

Bir annenin evladı için endişesi, bir sevenin, sevdiğine kavuşamama sızısı, hastane odasında çaresizce iyileşmeyi bekleyen bir hastanın umutsuzluğa sarılışı, maddi imkansızlıklar yüzünden kendini acıların koynuna atmış erkek, kadın birçok insanın mutsuzluk duruşu; omuzlarını düşürür gecenin, ağır gelir yıldızlara insanların acı yakarışları. Oysa, “beni gör der” gecenin içindeki ay, tüm gücüyle parlayarak seslenir tüm suskunluğuyla bizlere;  

“Karanlığın içinde bir aydınlık var, sabret. Görmek için dinle, sus ve inan. " Bu rüya gibi gelebilir, aslında bir dua. İnsanın hayal gücü Tanrı'nın bağrıdır. " der William Blake.  Karanlıklar, içimizdeki gecelerimiz. Biz de bir tabiatız aslında, içimizdeki inançlarla online bağlanıyoruz gece aya, gündüz güneşe, bazen buluta, bazen de yağmura, çamura…  Her umutsuzluğun ve mutsuzluğun ardından biz yapabilsek de yapamasak da bizim yerimize umudun düğmesine, mutluluğun ziline basan bir güç var. En yüksek sesle bağırdığım; “şimdi bu acıyı nasıl atlatacağım, dünyanın sonu mu geldi acaba?” diyerek cehenneme atladığım günlerin sonunda fark ettim, hayatta acılar, hüzünler de mutluluklar kadar gerekliymiş. Dikkatle ve sessizce izlemeyi ne zaman tam anlamıyla başarabilirim bilmiyorum. Bildiğim bir şey var o da denemek işe yarıyor. Hayatın kötü çocukları diyoruz onlara; kıskançlık, endişe, kaygı, hüzün, kibir… Aslında hepsi fark ettiğimiz ve sabrettiğimiz anda başka bir şeye dönüşüyorlar. Daha iyi, ince, gülümseyen, huzurlu, anlayışlı, içine alan…

“İnce şeyler gelecek, hissediyorum” dostuma, dairelerden ırakta bir bahçenin içinde birlikte bulutları, dağları, ağaçları seyrederken. Çünkü ince bir şeyler akıyor içimden.  Ve bir baykuş geldi ağacın gölgesinde dinlendiğim bir gün.  O gün bugündür maviye boyuyoruz anlamları bilge baykuş ile. “Yanında olamasam da, artık nasıl dinleyeceğini biliyorsun hem kendini, hem de insanları değil mi?” diye sordu ayrılırken.  “Bazen uzak kalmalı insan; yanımdasın Yemen’desin, Yemen’desin yanımdasın. “ diyerek sarıldım kanatlarına.  “Dua et emi” dedim Baykuşa, “dua et ki, karışsın hüzünler mutluluklara, evrilsin mutsuzluklar umutlara”  ve okuduğum bir kitabın satırlarını bıraktım b’ilgi yuvasına; “Dua, yaratıcı hayal gücünün en yüksek biçimidir. “ 


O gün bugündür Mavi bir Baykuş ile duadayız tüm inceliklere... 

Etiketler