2 Ekim 2015 Cuma

AN'LATABİLDİM Mİ?


 
İstanbul aşık olduğum bir şehir.  Kısa bir süre önce Ankara’da yaşamaya başladım. Elbette birgün İstanbul’a dönebilme umuduyla. Ankara ile ilgili klişe söylemlerin baş kahramanlarından biri de bendim.
“Ankara yaşanacak şehir mi Allah aşkına?”  “Gri kent,  iki saat içinde bütün semtlerini dolaşabilir ve ertesi güne gezilecek bir yer de bulamazsın…  “ vb. şikayetler trafiğinde kalmış, sinirli insan modu…

Hatta ben bu Ankara griliğini öyle bir abartmıştım ki, bir de üzerine;
“sende sorun yok, ben de An-kara! “ 
diyerek hislerimin karanlığını bir de dizelere bulaştırmıştım.

Buraya geldiğim zamandan beri pek fazla bir yere gitmediğimi itiraf etmeliyim. Gidip gördüğüm ve görecek bir şey bırakmadığım düşüncesiyle daha çok kitap okumaya ve yazılarımı toparlamayla ve işlerimi takip etmekle ilgilendim. Geçenlerde ön yargımı kıracak ve fikrimi değiştirecek bir  konuşma gerçekleştirdim kendimle. Beni bu içsel konuşmaya yönlendiren şey ise hem okuduğum kitaplar hem de dost sohbetler oldu. İnsan eğer bir an da olsa içinden yükselen seslere,  'günlük rutin' diye isimlendirdiği eylemlerine bakarsa, içinden ve o rutinlerin arasından seslenen iç sesini duyabilir.
Yıllardır Ekhart Tolie 'Şimdinin Gücü'  kitabını bir arı gibi çalışan ve saatlerce an ve olumlu düşünme üzerine birbirimize koçluk desteği  ile omuz atan insanlar olarak, hala nasıl oluyor da önyargı ile bakabiliyorduk yeryüzüne, işte bunu anlayamıyorduk. Anlamak yetmiyor bazen, anladığını uygulayabiliyor musun buna bakıyor hayat. Eğer uygulayamıyorsan aynı dersten sınava tabi tutuyor seni, iyice öğrendiğinden emin olana kadar. 

Bir gün mutfakta kendime kahve yaparken duydum içimden gelen sesi. İçimden gelen tüm negatif seslerin  ve pişirdiğim kahvenin altını da kısarak dinlemeye başladım o sesi.  “Çok şükür “ yükseliyordu içimden ve çok şükür ile başlayan onlarca eylemi belleğimden önüme döküp resmediyordu. Eğer değişime ve dönüşüme algılarınızı sonuna kadar açtıysanız, sizi değişime zorlayacak her sesi işitebilirsiniz hem de gürültünün ve patırtının içinde. Budha’nın sözünü yaşadım tam da o anın içinde; gürültünün ve patırtının içinde sessizce yürüdüm.  Zihnimde Ankara’ya dair, buradaki griliğe dair önyargılarla dolu şikayetler yükselirken, o ses; çok şükür… “ ile ifade ediyordu memnuniyetini. Hiç olmadığım kadar huzurluydum bu şehirde.
Uzun zamandan sonra içtiğim kahvenin tadını sadece damağımda değil, dimağımda da hissediyordum. Balkonumdan baktığımda her gün beni uyandıran güneşin kollarında uyandığıma,  anbean değişimi ile gökyüzünden bana gün boyunca eşlik eden “bulutlar filmi”ne , burada yeni edindiğim dostlarıma, kapımı çalan komşularıma, komşuluk kavramından şikayet ettiğimiz ve; "nerede o eski komşuluklar, şimdi kimse kimsenin kapısını çalmıyor “ diye hayıflandığımız günlerimizin gerçekleşmiş dualarını yaşıyordum.
Bal gibi değişmişti işte şikayet ettiğim her şey, değişmeyen şey şikayet etmeye devam edişimmiş meğer.  Nazım Hikmet Kültür Merkezi / Piraye Kafe’de çay içmenin, Ankara Kalesi’nde  geçmişin içinde dolaşmanın, kapımın önünde gidebileceğim ve sonbaharın keyfini iliklerime kadar yaşayacağım parkların içinde var olmanın, kültür – sanat kavramını derinden ve dinginlikle yaşayacağım anların hepsinin gelecek düşlerim arasında olduğunu ve bugün bu duamın gerçekleştiğinin farkına şikayetlerimin sesini kıstığımda vardım.
Dünyayla gönülle konuştuğunuzda, o da size gönülle cevap veriyor mesela bunu da anladım.
Kalıplarımızın, alışkanlık edindiğimiz kelimelerimizin, önyargılarımızın sadece bir hamster gibi yerinde dolanıp durduğunu da an’ladım.
Ve tam bunları anladığım sırada bir dostum aradı ve bana yıllar önce seyrettiğimiz bir TED konuşmasından bahsetti. Tekrar izlediğini ve ne kadar da unutkan olduğumuzu söylediğinde heyecanla tekrar hatırlamak istedim o konuşmayı ve izlemeye başladım.  Film yapımcısı Louie Schwartzberg’in  dünyadaki görülmeyen güzelliklerin farkında olup olmadığımızı görsel bir şölen ile  anlattığı bu videoyu izlediğimde farkındalığım daha önceki farkındalıklarımla voltranı oluşturarak belleğime kaydedildi. Bazen hatırlamak için geriye dönmek gerekiyor.
Bu yazıma başladığım noktaya yani geriye döndüğümde fark ediyorum ki; mesele memleket, ülke ya da mekan meselesi değil, mesele görme meselesi. Dünya içimizde aslında ve biz ağır çekime alıp, içimizde yaşayanları seyrettiğimizde, egomuzun ve önyargılarımızın sesini kısıp,  içimizde yaşayanların sesini yükselttiğimizde göreceğiz ki; her şey iç dünyamızda üç boyutlu bir “şükür “çekiminde. Seyrettiğim bu videoyu sizlerle paylaşmak istiyorum. Siz bu videoyu seyrederken ben muhtemelen, Ankara Sinemasında vizyona giren  “gökyüzü filmi”ni seyrederek, ufkumu genişletiyor, algılarımı değiştiriyor, zihnimi açıyor ve yüreğime dokunuyor olacağım.  Hızla dönerken içinde bulunduğumuz dünya ben Dünya anatomisinin vücuda gelmiş halini ağır çekim izlerken, kahvemi tüm hücrelerimde hissediyor olacağım.  
 
 

İtiraf ediyorum, şehirler güzelliklerine göre değişirler ve İstanbul gerçekten de muhteşem bir şehir. Ancak, insan görebildiği kadar güzeldir ve göremeyene her yer An’karadır.
 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Etiketler