27 Temmuz 2015 Pazartesi

KAVUŞANA DA AŞK OLSUN!

Eylül 2014'de  www.martidergisi.com internet sitesinde ve e-dergide yayınlanan, Yazar Sinan Yağmur ile kitabı BİŞNEV ve TASAVVUF üzerine yaptığımız söyleşi.


Yıllar önce okuduğum Robin Sharma'nın kahramanlarından biri olan Ferrarisini Satan Bilge, şöyle fısıldamıştı satırların arasından ; öğrenci hazır olduğunda, öğretmen ayağına gelir. Bu sözü duyduğumdan bu yana daha da dikkatle baktım yaşamımın içindeki tüm detaylara. Gerçekten de farkındalığınız hangi konuya eğiliyorsa, o konuyla ilgili detaylar el sallıyordu bir yazının içinden, bir dostunuzun dilinden, bir şairin şiirinden, izlediğiniz bir filmin sahnelerinden. Belki çoğunuz uygulamışsınızdır, bir konuyla ilgili daha fazla bilgi almak istediğinizde, doğru yolda olup olmadığınızı bilmek istediğinizde, kitapçıların raflarına ya da kütüphanenizin okunmayan kitapları arasında göz gezdirir ve “işte bu dersiniz. Sonra gözlerinizi kapatarak kitabın herhangi bir sayfasını açar, size verdiği mesajı heyecanla okursunuz. Şarkılardan fal tutar gibi, satır aralarından cevap tutarsınız.

Ya da, bazen hayat durur, siz durursunuz, parmaklarınız durur, düşünceleriniz susar, kelimeleriniz susar. Beklersiniz. Bu bekleyiş boş bir bekleyiş değildir. O durağanlıkta mutlaka başka şeyler akar hayatınıza. İşte bu anlarda kütüphanenizden bir kitap göz kırpar, farketmeniz için, bir dostunuz elinde bir kitapla girer içeriye, telefonda konuştuğunuz bir yakınınız çok etkilendiği bir yazıdan bahseder, sosyal sitede durum yorumlarını incelerken, paylaşılan bir yazı davet eder sizi içine, ya da gerçekten bir öğretmenle tanışırsınız ve size hayatın manasını anlatmaya başlar...

İşte böyle bir zamanda, daha önce bana yazarı tarafından hediye edilmiş ve ismime imzalanmış bir kitap; sıra bende der gibi göz kırptı rafların arasından. Adı Bişnev. Anlamını söyleşinin içinde okuyacaksınız. Hani tam zamanı” dediğimiz anlar vardır ya, işte Bişnev'le tanışmamızın tam da zamanıymış, okuyunca anladım. Bazen kitap mı sizi okur, siz mi kitabı okursunuz, şaşırır kalırsınız. Kafamdaki bir çok soruya cevap verdi içindeki kahramanlar, kimi zaman düşündüm, kimi zaman şaşırdım, kimi zaman hayret ettim, kimi zaman hüzünlendim. Bir kez daha bizim Ferrarisini satan bilge'ye hak verdim. Hem öğrenci hazır olduğunda gerçekten de öğretmenlerin satır aralarından bile karşına çıktığına bir kez daha şahit olduğum için, hem de Ferrarisini satmasının ne kadar da derin bir manası olduğunu Bişnev karakterlerinden daha iyi öğrendim.

Mevlana, Şems, Ferhat ile Şirin, Leyla ile Mecnun, hatta Sezai Karakoç ve Mona Roza'sı... Bilge Hace, Aylin, Cengiz ile tarihten bu döneme gelen, evrilen, devrilen, aranan, bulunan ya da hiç bulunamayan aşk... Öyle bir aşk ki, aşıkları aşıklığından, maşukları maşukluğundan utandırır. Öyle bir aşk ki, sanıldığı ve bilindiği gibi değil. Bugün loş ışıkların sarhoşluğuyla öylesine alalede söylenen ve tutkuyla üstü örtülmüş seni seviyorum sözlerine biraz kuşku ile baktırır. Çünkü kitaptaki alemin içinde “seni seviyorum” bir vaattir. Söyleyen büyük bir kalp sorumluluğunun içine girer. Ve dil ile değil, gönül ile söylenir. Gönül ile söyleyebilmek için konuşmayı değil, susmayı bilmek gerekir. Diğer konuyu hala düşünüyorum; Acaba kaç kişi, aşkın gözünde cenneti gördü?...

Sinan Yağmur'u tasavvufla ilgilenen, ilgilenmeyen herkes tanır. Yazdığı kitaplar yok satar ve kısa zamanda biter. Konya'da yaşar ama O'nu yaşadığı şehirde bulmak pek mümkün değildir. Çünkü O, ya yurtdışında ya da yurt içinde, bir köyde, kasabada, üniversitelerde, sosyal etkinliklerde, imza günlerinde, tasavvuf üzerine sohbetler gerçekleştirmek, okuyucusuyla buluşmak, konuşmak üzere hep yollardadır.

Okuyucusunu derin zaman yolculuklarına götüren bu günün aşkları ve tasavvufu bütünleştirerek kitaplarına yansıtan yazar Sinan Yağmur'la son kitabı Bişnev, hayat ve aşk ve tasavvuf üzerine konuştuk. Eğer siz de tasavvuf kapısının eşiğinde duruyor ve kapının açılmasını bekliyorsanız, bu söyleşi tam zamanında sayfanıza bir retweet, bir paylaşım olarak size el sallayacaktır. Ve siz de satır aralarından beslenenlerdenseniz, şifa niyetine olsun diyerek sizi röportajımızla başbaşa bırakıyorum.
 


“Tasavvuf insanı insanda bulma ve iç huzura erme kapısıdır.
Bugüne kadar tasavvuf tarihinden şahsiyetlerin hayatlarını romanlaştıran bir yazar olarak tanıdı sizi okuyucular, sizi bugünde yaşayan karakterlere yönelten ne oldu?

Günümüz insanı, anlık yaşarken kendisinin akıl tutulması ardından da duygu vurgunu yediğinin farkında değil. Oysa acılar uyandırmalıydı onu kör uykulardan. Kendisinin içinde olmadığı bir hayatı yaşıyor ve yönsüz bir arayışının içinde kıvranıyor. İnsanlık tarihinde şimdiye kadar hiç olmadığı derinlikte bir yalnızlığı yaşıyor. Üstelik modern adı verilen bir dönemde, üstüne üstelik en kalabalık bir ortamda. Yüreğine küs bir insanı kendisine hatırlatacak ve onu içsel yolculuğa çıkaracak tek çare: Tasavvuf.
 

Tasavvuf birçok insanın içine girip, yaşamak istediği bir arayış. Fakat, tam olarak tasavvufun anlamını bilemiyoruz sanki. Hepimizin dilinin döndüğü kadar anlatabildiği, yaşayabildiği ve hala hangi kapısından gireceğini bilemediği bir dünya... Tasavvuf bildiğimiz ya da bilmediğimiz ne aslında?

Tasavvuf davranıştır. Her bir zamana uygun davranış. Her bir yere uygun davranış. Her bir duruma uygun davranış. Sufilik, kafandakileri hayali, gerçeği, ön kabulleri, koşullandırmayı- bir kenara bırakıp olabileceklerle yüzleşmektir.

Tasavvuf insanı insanda bulma ve iç huzura erme kapısı. Kapıya gelen kim? Hiç kimse. O halde aydına düşen sadece kendi önünü değil insanların önlerini aydınlatmak ki yön bilinsin. Ben de kitaplarımla ışık demeti sunmaya çalışıyorum. Tasavvuf dün ile bugün arasındaki zaman tünelindeki ümit feneridir. “Dün dünle gitti cancağazım bugün yeni şeyler söylemek lazım. Diyen Hz. Mevlana bu sözünü sosyal duyarlılığın ümit sesini dünden bugüne taşımak manasında söylemiştir. Güzelliği bugüne de taşıyorsan sen Zamanın Eri sin demektir. Mademki kaybolmuşluk içindeyiz hani arayışın Beni bul! sesi? İşte bu ses tasavvuftur.


Son dönemlerde tasavvuf ve ilahi aşkı anlatan kitaplar oldukça okunuyor ve neredeyse yok satıyor. Popüler listelerde görünmese de dünyada Kur'an- ı Kerim ve İncil'in de satışları oldukça yükselmiş görünüyor... Siz bu artışı ve bu tür kitapların daha çok okunuyor olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Dünya bir arayış içinde mi?

Son dönemlerde kimi insanı tasavvufi kitaplara, Dinin kaynaklarına yönlendirmesi ( manevi arayış) yahut da kendini kaybetmemeye direnişini, içsel yolculuğun sancılarını hissetmesi ve gelişen teknolojiye oranla körelen insani değerleri tekrar bulmak arzusu ile yöneldi. Yeryüzü yaşanacak coğrafyadan, cinnet geçirecek alana dönüştü. Daha doğru bir ifade ile tabiat tımarhaneye döndü hem de üstü açık bir tımarhane.

İnsan sosyal varlık bu sosyolojinin insan tanımı.

İnsan kan ve vücut” bu biyolojinin tanımı.

İnsan faydası kadar değerli bu kapitalizmin tanımı.

İnsan nisyan ile hüsrandır Bu piyasa ekonomisinin tanımı.

Peki gerçekte insan ne? İşte insanı insana öğreten manevi tanım. Ey insan sen eşraf-i mahluksun. Değerlisin. Azizsin. Aşksın. Allah’ın temsilcisisin. Cenneti orada burada arama cennetin bizzat kendisi zaten sensin.
 

İnsanlık hayali umutları sayıklamak değil gerçek nefeste uyanmak istiyor. “
 

Tek kişilik ya da kalabalık yalnızlıklar, tasavvufa, arayışa ışık mı oldu sizce?

Yalnızlık ve dengesiz yargı kazanında her gün yanan insanlık, makro alemden mikro aleme kıvrana kıvrana sürünerek gidince, tuttuğu her dal kırılınca hele ki bu dalları din, inanç, kardeşlik adına uzatanlardan olmadık kötülükleri yaşayınca, sahte pazarlanan ve azarlayan söylemlerden değil hakiki ve güven dolu yolu aramaya başlıyor. Yolcu insan yolun kilometre taşları tasavvuf olunca haliyle insan nerede olursa olsun kendine gelme derdi ile tasavvufi ışıklara koşmak istiyor. Mevlananın gel! çağrısını işte bu nazardan anlamak gerek. O gel derken el ayak kastetmiyor, bir mekandan diğer mekana gelme değil bu gelme. Bu gel daveti Kendine gel, değişmeye gel, benliğine gel!
Günümüz insanı tasavvufa bu gelişin cazibesi ile yönleniyor artık. İnsanlık din simsarlarından bıktı. Günah edebiyatından iğrendi. İnanmadığı değerleri, yaşamadığı ahlakı pazarlayanlardan usandı. Kandırılmaktan, aldatılmaktan yoruldu. Hayali umutları sayıklamak değil gerçek nefeste uyanmak istiyor.

Arayış böyle sancılı olunca aranılan kitaplarda da doğruluk ve doygunluk şart oluyor. Ergen edebiyatı değil, hayal satan kırıntı kitaplar değil adına popüler denilen günü kurtaran geçici sakinlik veren yahut kısa süreli uyuşturma ile ruhunu oyalayan kitapları değil tek kitaba götüren kitapları” okumayı istiyor.

Bütün bir dünya arayış içerisinde. Her arayan kurtulur mu? İşte burada devreye Şems giriyor: Arayanlar bulanlardır, bulanlar ise adayanlardır.

 “Sorgulamayan, mukayese etmeyen ve bilinç tazelemeyen bir sosyal medya rüzgarı karşısındayız.

Sosyal sitelerde en çok paylaşılan sözler arasında Mevlana sözleri yer alıyor. Tasavvufu gerçekten yaşıyor muyuz, saf ve gerçek aşkları özlüyor muyuz yoksa tasavvuf da popülerler listesinde mi yer alıyor artık?

Teknoloji karşıtı olduğum algılanmasın aksine insanlığa yararlı her türlü gelişmenin yanındayım. Ancak sosyalleşmeyi başaramayan bireylerle dolu bir toplumda maalesef sosyal medya, sosyal siteler bir zihin ve algı anaforu yaşatmaktadır. Sorgulamayan, mukayese etmeyen ve bilinç tazelemeyen bir sosyal medya rüzgarı karşısındayız. Sosyal medya herkesi şair, yazar, politikacı, filozof, uzman ve bilirkişi etti(!).Bilgi bilinç zemininde meyve verir. Sosyal medyanın bu çürüme furyasından mutasavvıflarda nasibini almış oldu. Mevlanayı bilmeyenler Mevlevi oldu birkaç sözü paylaşınca. Can Yücel’in dizelerini Mevlana sözü olarak paylaşır oldular. İşin kolayını buldular bir şiir yahut aforizma paylaş altına da Hz. Mevlana yaz gelsin beğeniler gitsin alkışlar. Kirliliği temizlemeyi ilke edinen tasavvufu da kirletirsek bizi kim ve nasıl temizleyecek.


“Bugün insanlık tam manasıyla Arafta. Yalnızlık kimine cennet kimine cehennem.

Yalnızlık bir çığlık gibi, istatistiklere baktığımızda bireysel yaşam ve yalnızlık bir tercih gibi görünüyor. Fakat bir tarafından da yalnızlıktan şikayetçiyiz. Bu çelişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?


İki türlü yalnızlık vardır. Biri içindeki kalabalığın arasında sesini kısmış ürkek bir yalnızlık. Diğeri içsel yolculuğunda Kendini bilen Rabbini bilir desturunca varılan yalnızlık. Tasavvufta uzlet yani kendine gelmeye çekilme, iç keşif dediğimiz yalnızlık akl-i selim ve aşk-ı halim olmaya götürür. Cennetin kısa yolu budur. Yalnızlık arınmadır. Böylesi yalnızlık istenen, özlenen yalnızlık. Ancak cinnete götüren travmanın tufanı yalnızlık korkunçtur. Günümüz insanının yalnızlaşmak, yalnız kalmak diye acze düşğü korktuğu yalnızlık işte budur. Hallac’ı Mansurun dediği gibi Cehennemi anlaşılmadığın, yalnız kaldığın yerde ara!

Bugün insanlık tam manasıyla Arafta. Yalnızlık kimine cennete kimine cehennem.

Tasavvuf'un cennet ve cehennem problemi yoktur. “ diyorsunuz son kitabınız Bişnev'de... Bunu kitabı henüz okumamış olan okuyucularımız için biraz anlatabilir misiniz?

İnsan nereden geldi? Cennetten. Bir çoğu insanın cennetten kovulduğunu bunun sorumlusunun da Havva olduğunu dolayısı ile cennetin günah keçisi bir kadın diye nice sene kadınları cehennemlik hatta bizzat cehennemin kendisi olarak nitelendirdi. Rabbim bizleri kovmadı. Aksine kolladı. Kimden? Kendimizden. İblisleşmeye giden insan iflah olmaz. O halde imtihan gerek. Cennet yeryüzünde dekor değişmesiydi. Esasında cennet bizim içimizde. Ancak cenneti harita kadastro mantığı, yahut ortaçağ sermayesi tapulu arazi olarak veya zevkler salonu olarak görürsek içimizdeki cehennemi canlandırırız. Tasavvufun cennet ve cehennem problemi yok. Tasavvuf cennetin cinselleştirilmesi, aşkın cinsiyet kimliği almasını istemez. O nedenle herkesin cenneti de cehennemi de kendine. Amaç Hz. İnsanı cennetleştirmektir.

 
Tasavvuf'u yaşamak gerekiyor. Yaşamak için yolculuğa nereden başlamalıyız?
Tasavvuf insanı insanda bulma ve iç huzura erme kapısı. Kapıya gelen kim? Hiç kimse. O halde aydına düşen sadece kendi önünü değil insanların önlerini aydınlatmak ki yön bilinsin. Ben de kitaplarımla ışık demeti sunmaya çalışıyorum. Tasavvuf dün ile bugün arasındaki zaman tünelindeki ümit feneridir. “Dün dünle gitti cancağazım bugün yeni şeyler söylemek lazım. Diyen Hz. Mevlana bu sözünü sosyal duyarlılığın ümit sesini dünden bugüne taşımak manasında söylemiştir. Güzelliği bugüne de taşıyorsan sen Zamanın Eri sin demektir. Mademki kaybolmuşluk içindeyiz hani arayışın Beni bul! sesi? İşte bu ses tasavvuftur.


 “Günümüz insanı, kendinin içinde olmadığı bir hayatı yaşıyor ve yönsüz bir arayışının içinde kıvranıyor.


Acı çekmek istemiyor ve acı çekmekten korkuyoruz. Korktuğumuz için kendimiz dahil her şeyden kaçabiliyoruz. İncinmemek için de yalnızlığı tercih edenler var. Bu kaçışları nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Tasavvuf davranıştır. Her bir zamana uygun davranış. Her bir yere uygun davranış. Her bir duruma uygun davranış. Sufilik, kafandakileri hayali, gerçeği, ön kabulleri, koşullandırmayı- bir kenara bırakıp olabileceklerle yüzleşmektir.

İlk soru ile bağlantı kuracak olursak; Günümüz insanı anlık yaşarken kendisinin, akıl tutulması ardından da duygu vurgunu yediğinin farkında değil. Oysa acılar uyandırmalıydı onu kör uykulardan. Kendinin içinde olmadığı bir hayatı yaşıyor ve yönsüz bir arayışının içinde kıvranıyor. Günümüz insanı insanlık tarihinde şimdiye kadar hiç olmadığı derinlikte bir yalnızlığı yaşıyor. Üstelik modern adı verilen bir dönemde üstüne üstlük en kalabalık bir ortamda. Yüreğine küs bir insanı kendisine hatırlatacak ve onu içsel yolculuğa çıkaracak tek çare: Tasavvuf.

Tasavvuf gönülleri imar eder, yaralı yürekleri tamir eder. Günümüz insanı hem yaralı hem yarasından bihaber. Hele ki toplumsal hayat tam bir tımarhane ortamına dönüşşken. Öfke toplumu olduk. Bunda da en büyük suç payı söylemlerinde ve eylemlerinde Rahmet dini olan İslamiyeti nefret ve şiddet dini gibi gösterenlerdedir. Halden anlamayanların çiğ sözleri ümit peşinde olanları inanç ve güvene karşı septik, kuşkucu etti. Kuşkucu insan kışkırtmaya uygun demektir. Tasavvuf İslamın güler yüzüdür. Asık suratlara ve ekşi yüreklere derman verecek olan da tasavvuftur. Bu anlamda toplumsal travma eşiğinde olan cinnet geçirmeye az kalan insanları terapi edecek olan gönül dili tasavvuftur.



Son kitabınızın adı Bişnev. Nedir Bişnev'in anlamı?

Bişnev farsça bir kelimedir. Türkçesi” Dinle!” demektir. Mesnevi Bişnev ile başlar. Mevlana diyor ki Ey aşk yolcusu, ey yalanlardan bıkan, ey gönül kırklığından şikayetçi olan, ey kendini arayan önce dinle. Dinle ki okuduğunu anlayasın, dinle ki af dilemekten önce affetmeyi bilesin. İç alemi dinlemezsen kainat kitabını nasıl okuyup anlayacaksın. Çok konuştun, sohbeti gıybetleştirdin. Yoruldun bunaldın yine de bulamadın. O halde önce dinle. Aşk nedir olmak nedir dinle ki acılarda inlemeyesin. Bulanık akan sularda nur toplayamazsın. Dinle durul. Dinle arın. Dinle!


Dinlemek birbirimiz anlamaktır ötekileştirmek değil. Dinlemek sevgiyi paylaşmaktır öcüleştirmek değil.
 
“Kendine gelmeyen aşk adına maşuğuna nasıl gidebilir ki?
Kitaptaki kahramanlardan biri ise Hace. “Aşığın görevi, maşuğunun yanına değil, yarasına gelmekti. diyor Hace, Mevlana ve Şems'in aşkından örnek verirken... Bu bana birbirimize görevli olduğumuz ve birbirimize geliş sebeplerimizin olduğunu düşündürdü... Beşeri aşk, kendimizi tanıma yolculuğumuz için önemli bir basamak diyebilir miyiz?

Kendine gelmeyen aşk adına maşuğuna nasıl gidebilir ki? Kendini sevmeyen maşuğunu nasıl sevebilir. Kendini anlamayan anlamlandıramayan aşkı nasıl tanıyabilir? Kendi yolculuğumuzun farkında değilsek yola düşş sayılmayız.

 
İnsanlar, birbirlerinin kanını döküyorlar. Hem de Allah yolunda. Ve biz, o görüntüleri izliyor, o resimlere bakıyor, nefretle doluyoruz. Nefret söylemleri, yapılan eylemlerden daha korkunç ve ürkütücü de olabiliyor. O zaman şöyle düşünüyorum; eleştiren insanlar ellerine o silahı alsalar sanki aynını yapabilecek potansiyelde... Bu öfkeyi, kini, nefreti nasıl değerlendiriyorsunuz?

Allah adına nefret. Sevgi adına şiddet. Yaşanılanlar kurgusal bir senaryo değil bizzat hakikat. Yeryüzü bir kan gölüne dönüştü. Üstelik inanç adına yapıldı bütün bunlar. Elinde roket atar tetiğe basan adam Allahüekber” diyor. Roketin hedefinde bir camii var. Camiide roket yiyen cemaat” Allahüekber” diyerek namaza duruyor. Bu neyin cihadı? Bu öfke hangi şeytanın ıslığı?

Sokakta öfke, adliyede öfke, okulda şiddet, evde kavga. Önceden kavgaların bir bahanesi olurdu. Şimdi kavgalar bile bahanesiz. Trafik bir nimetten çıktı insanların sinir ve öfkesini boşalttığı alan oldu. Spor eğlence ve keyiften çıktı insanların bir birine diş bilediği yumruk sıkmaya hazır olduğu öfke gösterisi haline geldi.


Birbirimize, yazılanlara, düşünülenlere, fikirlere, beğenilere bile tahammül edemeyen insanlar olduk.... Bir yorumun altına çok rahatça küfür edilebiliyor. Eleştiren kişi, eleştirdiğinin çirkinliklerini anlatırken, çirkinleşebiliyor...
Eleştiri ağzı olanın konuştuğu yerlerde düzeltici uyarıcı etkisinden nefret ve hınç hırlamasına dönüştü. Edep ile beslenmeyen yerlerde kuzu bile kurtlaşmaya başlar. Ahlak dokumuz çürüdü. İhtiras ve tatminsizlik hüküm sürmeye başladı. İnsanlar iki şey için yaşar oldu: Midem dolsun ve cinselliğim doyurulsun. Gerisinin önemi yok. Bireysel egoizmi belli bir oranda çözmek tedavi etmek mümkün ya toplumsal egoizm? İnsanlar öyle bir hale geldi ki bırakın başkasının derdini dert etmeyi , duacı olmayı birinin başına bela gelse Oh Olsun diye sevinecek kadar kendini kaybetti. Dua okuyan diller lanet ve beddua okur oldu.

Acı sizi keşiş yapmaz ama keşif yapmanıza yardımcı olur.

Halil Cibran “Haz ve Izdırap adlı şiirinde gerçekte siz, hazzınızla ızdırabınız arasında bir terazi konumundasınız. der...


Acı ve Mutluluk bir yaşam dengesi mi? Mutluluk hepimizin yaşamak istediği en büyük düş ama acı'ya mutlulukmuş gibi nasıl bakabiliriz?

Acı derken neyi anlıyoruz neyi tadıyoruz? Acı korkulası itici bir nimet değil bilakis acı iyidir acıyı bal eyleyenler bize bedensel hazzın değil ruhsal tatminliğin zirvesini gösterir. Acı mazoşist için hazdır ama bu acı tenseldir. Tasavvuf ruhsal dönüşümü hedefler ve bu dönüşümün gıdası acıdan çileden geçerek kabuk atıp hakikat mertebesine ulaşmaktır. Acı sizi keşiş yapmaz ama keşif yapmanıza yardımcı olur.

Mutluluk göreceli bir kavram. Mesela inek için mutluluk taze yeşil çimlerle dolu bir bahçede otlanmaktır. İnsanın mutluluğu ise nefsin mertebelerinden en güzeline ermek mutmain olabilmektir. Ancak kapitalizm, pragmatizm gibi öğretiler mutluluğu elde et mutlu ol derecesine getirdiler. Elde edince mutlu olduk mu hayır kavuştun heyecan bitti. O zaman yeni heyecanlar lazım sana. Durma koş. Daha fazlası. Ondan daha fazlası….. Yetinmeyen şükretmeyen önce sahip sonra köle olan bir sonuca gidiyor insanlık. Var oluş hikmetine ermeyene her türlü varlığın içinde bile olsa bunalımdan kurtulamıyor. İntihar edenlere , madde bağımlılarının çoğuna bakın zengin ve herhangi dünyevi bir eksiği olmayan şöhret, servet ve güçlü gözüken kesimler. Demek ki mutluluk cüzdan işi değil vicdan meselesi. Vicdanı doldurmanın yolu doldur boşalt, tüket at değildir.

Bu kitapta yine bir ilk var galiba, ilk defa bir sahabiyi romanınıza konu ettiniz. Safvan Bin Muattal neyi temsil ediyor?

Saffan b. Muatta iffet-i İmana, aşk-ı vefa ile asıl gidildiğini gösteriyor. Haksızlığa, iftira mağduriyetine rağmen esas sığınılacağın Allah olduğunu haykırıyor. Günümüz buhranına berrak bir ümit nefesi üflüyor. Dirayetin ve samimiyetin ihanet karşısında asla mağlup olmayacağını öğretiyor. En yakınlarından da gelse bela, musibet Allah’a güvenin seni aklaştırmaya yeter diyor. Allah’a güvenmenin yolu aşkını ona hasretmeye bağlıdır. Ego denen illet ile mücadele etmenin formülü Saffan’ı anlamaktan geçiyor, O hiçbir zaman ‘beni bilin’ demedi ”Allah biliyor” dedi. Saffan Hz. Nuh’u hiç unutmadı; hani “Hz. Nuh, ellerini açmış, Allah’ım bu benim evladım niye bana inanmıyor, niye gemiye gelmiyor, tufan olacak deyince. Allah’tan nida gelmiş: Üç kere benim dedin ya Nuh, sana ben bir ömürlük onu verdim ki, onu adam edesin, beni tanıtasın diye. Sen benim, benim, diyorsun.” O halde aşk benim değil, senin demekten geçer. Benliğe erişmenin yolu”ben ben sürekli ben” diyen enaniyeti yıkıp vahdaniyete ulaşmaktır.
Bugün en ufak bir haksızlık karşısında hemen yıkılan, isyan eden insan Saffan’ı hatırlarsa “Bu da geçer, elbet imanım var.” İle teskin olacaktır. İnsanlara hap, tablet değil aşkın nur serumunu sunmamız gerekiyor.

Cenneti başkasında arayanın, cehennemin kendisi olduğunu unutması kadar hazin başka bir şey var mıdır? İçine attığın her dert yeni bir boşluk açar. Ve sakın aklından çıkarma bir boşluk diğer boşluğa açılan en zayıf kapıdır. Girdap kapılardan değil dergah kapılarından geçmeliyiz.

Kitapta 3 ana karakter var: Aylin, Cengiz ve Hace Cemil. Üçünün acılarındaki ortak payda ne?

Üç karakter günümüz insanlarının genel özelliklerini taşıyan acı, azap ve mağduriyeti temsil eden üç kişi. Üç ayna. Ama aynalar kırık, puslu ve kendilerini aldatılmış, kandırılmış hisseden insanlar. Aşk sandıklarının yanılgı olduğunu anlayacaklar ve tasavvufun “kendini bilmek” ilkesi, “Birbirimizi anlamak” prensibinde huzuru nasıl bulduklarını, aşkın gerçeğine ermenin formülünü sunacaklar. Ötekileştirme ve öcüleştirme kıskacında kıvranan günümüz insanının ruhsal kirlenmesini temizleyecek olan bir süreçte üç karakter bugünün insanının sessiz çığlığını seslendiriyor. Üçünün de geçmişi acıdan geçiyor. Mesele de acıyı bal haline dönüştürmenin nasıl ve ne şekilde olduğunu göstermek.
Bugün maalesef ki insan zavallı bir haldedir. Aşkın 7 halinden habersizdir de ondan. Evet insan zavallıdır. Zavallı insan. Suçumuz kadın ve erkek diye ayrılmak mı? Hakikati ıskalayan cinsiyeti ıslıklıyor. İnsanın derdi insanlığın hakikati olmalıdır.
İnsandan büyük hakikat var mı bu âlemde? İnsan denen meçhul. Hangi insan? Hangi hakikat? "Bana hakikati değil, muradını söyle." Beyninde milyonlarca hakikat var, ama hepsi bir insan etmiyor. "Göklerde ve yerde ne varsa, gören göz, işiten kulak için hepsi birer hakikat" diyor Kur’ân. İbret olsun diye geçmiş kavimlerin hikâyelerini anlatıyor. "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Bilmek önemli. Ama nereye kadar? Her şeyi bilmek, herkesi okumak yetmez. İman, başka türlü bir şey. "Hidayet bir Allah vergisi.

 "Kayısı çekirdeğini kabuksuz ekersen yetişmez. Onu koruyacak bir kabuk lâzım." Mânâ sûrete bürünmek zorunda. Hakikatin elbisesi olmak isterken, kendi elbisesiz kalan bir Mecnun.


Mevlana ile Şems, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin tarihin derinliklerinden gelip de günümüz insanının yaralarına derman oluyorlar... Kitapta en çok sevdiğim bu bütünlük oldu...

Aşıklar gök kubbe altında bıraktıkları hoş sada ile yaşarlar. Onların kabri kalben hüsn ( güzelliğin merkezidir.) Mevlana Ve Şems dostluk bağından aşk bahçesine varışın örneğini günümüze capcanlı hala taşıyor. Almasını bilen alır. Alamayan da nasipsizliğine yansın. Ferhat aşk- sadıkın etten kemikten temsilcisi. Aşkına vefakâr olmayan utansın. Şirin adı üstünde cilve ve nazdan uzak. Hep niyazda. Aşkın bir adı da kadir kıymet bilmek değil midir? Şirin bu kadrin bekleyen yolcusu. Mecnun mutsuzluğun değil bilakis mutlu olmanın yegane yolunu gösteriyor: Mecnun’a neresini sevdin bunun deyince, sen kadehle meşgulsün, ben içindeki şarapla uğraşırım. “Gel de benim gözümle gör.” Mutsuz olanlara söylememiz gerek, eğer insan mutsuzsa bu dışarıdan birinin sana yaptığı, eşinin yaptığı, karının yaptığı, arkadaşının, annenin, babanın dışarıdakilerin yaptığı ile ilgili değil. Kendi içimizdeki kirlenmişlik bize mutsuzluk getiriyor. Mutsuzluk oradan doğuyor, ama biz adını koyamıyoruz.

Mecnun’daki ferasetin zerresini yaşamayan bütün yürekler mutsuzluğun günah keçisini aramakla meşgul. Meşgul olma! Mecnun ol ki Leyla’dan Mevla’ya yürüyesin.


Sizce Aşk nedir?

Hz. Âdem’den bu yana binlerce kez aşkın tarifi yapılmış. Edebiyat, felsefe, psikoloji, Tasavvuf hemen hepsi de aşkın tarifini yapmıştır. Aşk bir umman tarifler ise sadece katre. Katre ummandandır ama ummanın ta kendisi değildir. Aşkın tanımı değil tadı aşkı ortaya koyar. Hz. Mevlana’nın kendisine aşkı soran müridine verdiği cevap bunu en güzel anlatan bir cevaptır.

Üstad aşk nedir?

“Evlat aşkı öğrenmek midir muradın o halde ben ol da bil!” Ne güzel ne kadar enfusi bir tariftir. Böylesi tarif için arif olmak gerekiyor. Aşk alimlerin, zahidlerin, abidlerin işi değil ariflerin işidir ki ondan sonraki aşıklık makamına erişilebilsin.
Aşk et kemik hesabı da değil. Bunu n iyi mezbahada çalışanlar ve kasaplar bilir. Aşkın 7 hali vardır ki o halden hale geçenler perdelerden sirete ulaşır. Aşkın 7 Hali Bişnev kitabı bunun için doğdu. Sahte, yapay tutkuya yapışık beğeniye bulanık duyguların hakiki aşk olmadığını anlatmak gerekiyordu.

post-it

  • Mevlana’nın “gel!” çağrısını işte bu nazardan anlamak gerek. O gel derken el ayak kastetmiyor, bir mekandan diğer mekana gelme değil bu gelme. Bu gel daveti” Kendine gel, değişmeye gel, benliğine gel!”
  • Mademki kaybolmuşluk içindeyiz hani arayışın “Beni bul!” sesi? İşte bu ses tasavvuftur.
  • Yüreğine küs bir insanı kendisine hatırlatacak ve onu içsel yolculuğa çıkaracak tek çare: Tasavvuf.

 



 
 




 



 




 

 



 

 


 
  

 


 
 


 

 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Etiketler